Bugün martlar gelmedi, ben de onlara gitmedim. Endişe
duymadım değil, rutin gelip gitmelerine hem alışmıştım hem üzülüyordum. Uzak
denizden sadece karınlarını doyurmak için beton yığınlarının arasında
koşuşturmaları tuhafıma gidiyordu. Sırf bu yüzden bayat ekmek artıklarımı
torbalayıp sahile ben onlara gidiyordum.
Kargaları, güvercinleri, serçeleri beklemeye başladım.
Sularını tazeledim, buğdayları serptim.
Önce güvercinler geldi, biraz didişerek buğdaylara
saldırdılar. Sanki hep aç geliyorlar koskoca şehirden. Suya karşı umarsızlar.
Birbirlerine çok benziyorlar, vücut örtülerinde
renklenmeler olmasa ayırt edemeyeceğim birbirlerinden, erkek dişi ayrımını da
yapamıyorum.
Serçeler en son geliyorlar küçük cüsseleriyle.
Güvercinlerin arasına karışıp yemleniyorlar. En çok dallara konuşlarında ki
zariflikleri etkiliyor beni ve ötüşleri. Serçeler diyorum genelleyerek, cinslerini
tayin edemeden.
Bir beyinleri olduğunu hissediyorum eylemlerinden.
Didişmelerine rağmen doyanın uçup gitmeleri hiyerarşik
yapı arayışlarımı boşa çıkarıyor. Aralarında ne zaman ciddi bir kavga çıkacak
diye boşuna bekliyorum.
İşte karga efendi geldi ve güvercinler, serçeler hızla
kanatlanıp uzaklaştılar. Martılar olsaydı acaba direnirler miydi, kargalarla
mücadele sahnesi izleyebilir miydim ?
Bu gelen hangi karga ayırt edemiyorum, onların
benzerlikleri daha da yoğun, isimlendirip “hah Karga Gogo” geldi diyemiyorum.
Kargalar ganimetleriyle geliyorlar. Önce sulakta subaşı
yapıp ,ganimetlerini yumuşatıyorlar, hatta güzel bir yıkanma aklanma sonrası
ritüelleri başlıyor.
En çirkinleri kargalar ama en seyri keyiflisi onlar.
Martılar, güvercinler, serçeler gibi bir kaçı birden
değil tek tek geliyorlar.
Hiç iki karganın mücadelesini, didişmesini izleyemedim.
Uzun süre konaklamadan işleri bitince hızla uzaklaşıyorlar.
“Karga karga gak dedi” tekerlemesi ile büyüdüğüm için mi bilmiyorum çirkin kargaların sert tavırları da, dik bakışları da beni ürkütüyor, çatı da en çok onların ayak sesleri duyuluyor.
En akıllılarının kargalar olduğunu düşünüyorum.